Skip to content

SİZİN HİÇ ÇENTİĞİNİZ OLDU MU?

Ben biraz ikinci el eşyalara düşkünümdür. Her eşyanın ruhu olduğuna inanırım bir insanla buluştuğunda. Bizim ikinci el eşya satan Cemil abi de benim gibi düşündüğü için sabahın köründe arıyordu beni. “Kızım günaydın sabah sabah rahatsız ettim seni de az önce bi kalem geçirdim elime, kutusu mutusu bek güzel. Ofise geçerken hemene uğrayıver.” “Tamamdır Cemil abi gelirim bi yarım saate.”

Yarım saat sonra Cemil abinin dükkândaydım. Cemil abinin dükkân öyle büyükçe değil. Amerikan Pasajı’nın zemin katında, soldan ikinci dükkân. Kapıdan içeri girince sol yanınızda büyüklü küçüklü Nacar, Hislon, Junghans marka sarkaçlı antika saatler boy boy dizilmiş, hepsi çalışır vaziyette zamanı fısıldıyor. Hele öğlen olup da saatler zillerine vurmaya başladı mı, insan kendini akustik bir müzikalde zannediyor. Bu sarkaçlı saatlerin yanında çok eski iki tane de guguklu saati var Cemil abinin. Bir tanesi Regal’in küçük bir ev biçiminde tasarladığı, altında sarkacı olan bir guguklu saat. Sarkaçları kozalak biçiminde, kuşu ise sarıya boyanmış. Öyle hızlı çıkışı var ki yuvadan beni her defasında korkutuyor. Diğeri ise yine sarkaçlı, üçgen çatılı dikdörtgen bir saat. Çatının ortasına yuvarlakça bir pencere açılmış ve bu pencereye bir gül motifi yapılmış. Bu gül motifinin arkasına bir serçe kuşu gizlenmiş. Ancak bu kuş birçok usta tamirciye gitmesine rağmen bir türlü yuvasından çıkartılamadı. 1918 yılında üretilen bu Rus malı ürün guguku çalışmamasına rağmen Cemil abi için en değerli parçalardandı. “Varsın çalışmasın be kızım, 1917’de gerçekleşen ihtilal sonrası üretilen bu saatin mekanizması diğerlerinden farklıymış. Bu daha bin yıl çalışırmış ancak vatanından ayrılan bu kuşumun yüreği sönmüş belli ki ötemez. Ben onu öyle kabul ettim, yüreği yaralı diye ona küsecek değiliz ya!” Cemil abi aslen Selanik göçmeni idi. Osmanlı’nın Balkanlar’da toprak kaybına uğraması üzerine zorunlu göçe maruz kalmıştı ailesi. Ankara’da doğup büyümüştü ama ninesinden ve annesinden hep Selanik’i dinlemiş, para kazanmaya başladığı zaman da vatanını görmeye gitmişti. O zamandan beri de bir başka vurgundu Selanik’e. Sağ taraf duvara yaptırdığı büyük vitrinde ise ne ararsanız var. Dükkânda eski model abajurlar, ankesörlü telefonlar, porselen tabaklar, Fransız usulü şapkalar daha neler neler… Kapıdan girip sağ tarafa döndüğünüzde sizi karşısına alan masasının arka tarafında da büyük bir harita var. Selanik’in Osmanlı toprakları sınırları içinde olduğu zamanlara ait bir harita. Bunu dükkânına özel yaptırtmış Cemil abi, kabartmalı çizim tekniğiyle yapılmış bir harita bu. “Her dokunuşumda yüreğimin şuracıkta (Selanik) çırpındığını hissederim be kızım” derdi.

Her zaman elinde uğraştığı bir şey olurdu, kapıdan girince elindekiyle karşılardı müşterisini. Bu sefer bir abajur başlığını temizlemekle uğraşıyordu. “Gene doldurmuşsun dükkânı abi.” “Allah’ın izniyle bulduk gene bişiler abicim. Bak burada seninki, şu kutuya bak bunu kesin buna özgü yaptırmıştır ne dersin memure hanım?” Ahşap bir oymalı kutuyu ellerimin arasına bıraktı Cemil abi. Dikdörtgen kutunun üzerine lale motifleri oyulmuştu. Ahşabın doğal rengine biraz eskitme yapılmış, cilalanmış bu kutu bir kalem için değil de birden fazla kalem için yapılmıştı sanki. Bir dikdörtgen sandığın minyatürü idi. Kapağını açınca içinde gövdesi şişmanca, üzerine lale motifi işlenmiş beyaz bir dolma kalem çıktı. Arkadaş hep mi ilk görüşte aşık olacağım ben böyle kalemlere? Cemil abi de az işini bilmiyor değildi bu bana sattığı kaçıncı kalem. Al aşağı ver yukarı sıkı bir pazarlığa girdik. İkinci el diye ucuz olmuyor bu kalemler. En sonunda kaptım kalemi Cemil abiden, doğru işe.

Bilirsin ben takıntılıyımdır öyle işte falan çıkarıp kurcalamam aldığım kalemi. İlla gideceğim eve geçeceğim çalışma masasının başına, başlayacağım kurcalamaya. İş çıkış saatini zor ettim. Arada bir açıp çantayı kutuyu kontrol ediyorum. Sanki rüya görüyorum da kalemi elime alamadan uyanacağım.

Eve gelir gelmez kutuyu çalışma masamın üzerine koydum. Cemil abinin orada rengi daha açık kahverengi ahşap olan kutu benim evimde bukalemun gibi renk değiştirdi sanki. Bu koyu kahve renk ona daha bir asillik kattı. Her bir lale motifi üzerinde dolaştırdım parmaklarımı. Bu ahşabı oyan iyi ustaymış belli, eğer en alttaki lalenin yaprağını diğerlerinden birazcık daha kısa yapmasaymış bunun bir zanaatkârın elinden değil de makineden çıktığını düşünür üzülürdüm.

Lale oymalı kapağı kaldırınca inci yatıyor sanırsınız, alta yerleştirilmiş siyah süngerin üzerinde. Bembeyaz şişmanca gövdeye biraz şişmanca bir kapak tasarlanmış. Klipsi altın sarısı. Kalem kapağının en tepesinde altın sarısı bir çerçeve, kapağın en alt kısmında bir sarı çerçeve daha. Kapağın üzerine lale çizilmiş ancak sadece lalenin başı var gövdesi yok. Ama gör bi laleyi, her yaprağı ayrı ayrı renge boyanmış bir lale. Pembe, mor ve mavinin tonları ile bir renk şöleni yaratılmıştı kalemin üstünde. Kalemin gövdesine ise aynı lalenin gövdeli olanı çizilmiş ve yine rengârenk boyanmış bir lale.

Kalemin ucu da tahmin ettiğin gibi altın sarısı ama bu bildiğin on dört ayar altının sarısı. Kalemin ucuna öyle zarif işlemişler ki altın bile görse zarafeti işleyenine aşık olurdu.

Gövdesini çıkardım pompasını elime aldım. O heybetli kalemden çıkan pompa kendisi kadar heybetli değildi. Hangi renk mürekkeple denesem diye düşündüm. Cemil abinin dükkânda kutuyu açınca lalenin mor yaprağı çarpmıştı gözüme. Aldım elime mor mürekkebi çektim kalemime. Kâğıtla buluşturdum onu. Küsmüştü kâğıda yazmıyordu. Evirdim çevirdim temizledim tekrar mürekkep çektim yok yazmıyordu. Canım sıkkın bıraktım onu masanın üzerine. Kutusunu incelemeye başladım süngeri çıkardım kutunun içinden altında bir oyma falan var mı diye. Kutunun altını çevirdim sade bir ahşaptı ama dışardan göründüğü kadar da derin değildi. İçerisinde parmaklarımı dikkatlice gezdirince kutunun iki kattan oluştuğunu anladım. Şimdi sorun zemin katı nasıl bulacağımızdı. Evirdim çevirdim yok. Günler birbirini kovalıyor ancak ben bu zemin kata bir türlü ulaşamıyorum. O kadar çok kutuya odaklandım ki kalemi bile unuttum o arada. Kutuyu yine derinlemesine incelediğim bir anda kısa yapraklı lalenin iç tarafındaki çentiği fark ettim. Tırnağımın ucuyla çentiğe dokundum. O çentiğe dokunmamla birlikte kutunun alt tabakasında bir açılma oldu. İçine özenle yerleştirilmiş saman kâğıdına el yazısı ile yazılmış bir mektup çıkıverdi.

          Merhaba kalemin yeni sahibi. Umarım çok zaman geçirmeden bulmuşsundur mektubu çünkü bu mektubu okumadan kalemle yazabilmen çok zor. Benim babam kalem ustasıydı. Ulus Anafartalar çarşısının birinci katında küçücük bir dükkânı vardı. Bak dikkat et tamircisi demiyorum ustası diyorum! Bilirsin Meclis yakın o zamanlar Anafartalar çarşısına. Bir gün Celal Bayar çıka gelmiş. Babam severdi Celal Bayar’ı. O zamanlar Bayar başvekil. Buyur etmiş babam içeri, tabi biraz da utanmış elleri kapkara mürekkepten. Hep hayıflanırdı koskoca başvekil, geleceğin cumhurbaşkanı geldi de bir sıkamadım elini diye. Bayar cebinden bir dolma kalem çıkarmış, “Arif usta bunu yapsan yapsan sen yaparmışsın öyle dediler başvekâlette. Namın oraya kadar gelince ben de kalktım buraya geldim. Ben pek seviyorum bu kalemi ancak iki satır yazı yazınca küsüyor, üçüncü satıra geçmeme imkân vermiyor. Sen bunu tamir et dile benden ne dilersen.” “Aman Sayın Başvekilim ne dileyeyim, Allah size sağlıklı, uzun ömürler versin. Ben bakayım bunun bir hâl çaresine. Siz önümüzdeki hafta ister vekâletten birini yollayın alsın isterseniz ben getireyim vekâlete.” “Sen zahmet etme ustam, haftaya duruma göre ya ben gelirim ya da birilerini yollarım.” Babam kalem geldiğinden beri düşünmüş, kalemin mürekkebinin neden kısa sürede yazmasına engel olduğunu. İlk bakışta kalemin ucunun ayrık olduğunu ve bu yüzden mürekkebin ucuna tam gelmediğini fark etmiş. Ancak bu bir çözüm olmamış. Kalem bu sefer beşinci satıra kadar dayanıyor sonrasında tövbe billah yazmıyormuş. En sonunda bulmuş babam, kalemin damak içinde bulunan mürekkep kanallarından birinde mürekkep tortusu birikmiş. Bu da mürekkebin damağa ulaşmasını engelliyormuş. Babam kalemin damağındaki damarları iyice temizleyip ucu damak üzerine sıkıca oturttuktan sonra kalem mürekkebi bitene kadar rahatça yazmaya başlamış. Bir hafta sonunda Bayar yanında bir adam ve ellerinde bir kutuyla kalemini almaya gelmiş. Kalemini büyük bir sevinçle alan Bayar’a, babam kalemin neden yazmadığını anlattıktan sonra kalemin nasıl temizlenmesi gerektiğini de anlatmış. Eğer iyice temizlenmezse yine aynı sorunla karşılaşılabileceğini söylemiş. Başvekil borcum ne kadar diye sorunca, babam borcunuz yok demiş. O zaman Bayar kaşlarını çatmış. “Olmaz Arif usta emek başka bir şey sen buna bir paha biçeceksin!” demiş. Babam ne kadar para istedi bilmiyorum. Alışveriş bitince usta demiş Bayar, sana bir şey getirdim yurt dışından. “Geçen hafta gittiğim bir seyahatte, katıldığım fuarda gördüm bunu. Bununla dolma kalemlerin üzerine isimler yazıyorlar, şekiller yapıyorlar. Bak bu arkadaş bu makinenin kullanımını öğretecek, bende sana haftaya kalemime isim yazdırmaya geleceğim.” Babam biraz mahcup Efendim bu şey ne kadardır benim bütçem bunu ödemeye elverişli değildir demiş. Celal Bayar yarım bir gülüşle “Ustam bunu sana para karşılığı getirmedim. Benim ülkemin ustalarının nesi eksik o yaban ellerdeki ustalardan, onlar madem süslüyorlar kendi motifleriyle kalemlerini, biz de kendi motiflerimizle süsleyelim kalemlerimizi” deyip, çıkıp gitmiş. Babam bir hafta içinde bu kaleme isim yazma işini öğrenmiş, süslemeleri de az biraz yapmaya başlamış. Bir süre sonra bu işi hepten kavrayıp geliştirmeye başlamış. Anafartalar’ın eskilerine Kalem Süslüsü Arif de herkes tanır. Rahmetli Bayar tekrardan kalemine ismini yazdırmaya geldi mi hiç sormadım babama.

          Senin elindeki bu kalemin uç kısmına yakından bak, kalemin ucunun birbirinden ayrık olduğunu göreceksin. Önce uçları birleştir. Henüz işin bitmedi bir tasın içine dört-beş damla gliserin damlat ve sıcak su koy. İyice bu suyu karıştır ve dolma kalemin uç kısmını bu suyun içine ısla. Kanallarda biriken tortular sabaha kadar çözülür, sabah olunca iyice yıka ve kurumaya bırak. Şimdi yazabilirsin. Bu kalemin neden bu halde teslim edildiğini soracak olursan anlatayım da dinle: Annem bir gün babamın dükkânına babasının kalemini tamire getirmiş, kalemin yazmadığını söyleyip babama uzatmış. Babam kalemi alırken bu ince sesli, güzel yüzlü kadından çok etkilendiği için elleri titremiş. Annem akıllı bir kadındı, anlamış babamın kendinden etkilendiğini.  Babam kalemin Bayar’ın kalemiyle aynı sorundan muzdarip olduğunu hemen anlamış. Anneme kalemin sorununu biraz heyecanlı biraz da titrek bir sesle bir çırpıda anlatmış. Annem çıkarken şu an senin elinde olan kalemi vitrinde görmüş ve çok beğenmiş. Fiyatını sormuş, dedem memur, tek maaş, beş çocuk sahibi. Kolay mı öyle geçinmek, annemin cebinde o kalemi alacak parası yok tabi. Babam anlamış durumu, rahmetli cebinde parası olmayanı hemen bilirdi, nasıl bilirdi bilemem amma bilirdi işte. Çıkarken anneme adını sormuş bir heyecan ile annem de Lale olduğunu söylemiş. Babam, annemin getirdiği kalemi tamir ettikten sonra vitrindeki inci beyazı kalemi çıkarıp işlemeye başlamış. Annem kalemi almaya geldiğinde bu kalemi ona hediye etmiş. Böyle başlamış aşkları. İşte bu kalem ve üzerinde gördüğün lale babamın biricik aşkı, benim biricik annem. Bu oymalı kutuyu da ben yaptım anneme. Kalemlerini saklasın diye. O bir tek bu kalemini sakladı bir de babamla birlikte çekindikleri tek fotoğrafı. Her eşyanın ruhu olduğuna inanlardan annem. Hastalığı ilerleyince yazmayı bıraktı, kalemin mürekkebini temizlemedi ve babamın ona öğrettiği gibi uç kısmı birbirine hasret bıraktı. Vasiyeti idi, “Babanı ve bizi anlatan bir mektup yaz, kalemin nasıl tekrardan yazabilir hale getirileceğini de eklemeyi unutma ve bunu götür Cemil abine ver o bu kaleme yaraşacak birini mutlaka bulur. Baban hikâyemizi herkese anlatırdı, kalemi kullanacak kişi de hikâyemizi bilsin” dedi. Annemin kalemi, babamın yüreği şimdi senin ellerinde. Emanetimize iyi bak.

 

Cemil abinin kaleme emanetçi olarak beni seçmesi hem gururumu okşamış hem de hüzünlendirmişti. Söylendiği gibi kalemi temizledim ve mürekkebin damarlarda dolaşmasına izin verdim. Hikâyeme artık ne yazacağımı biliyordum: Sizin hiç çentiğiniz oldu mu?

 

*Bu içerik Marka Elçimiz; Zümrüt Bahadır tarafından kaleme alınmış, Beyza Albayrak tarafından resmedilmiştir. 

This Post Has One Comment

  1. Yüreğine sağlık, kalemin ellerinden düşmesin Zümrüt. ♡ 🙂

Yoruma kapalı

Back To Top
Ara