Skip to content

İNCİ KALEM İLE ELİF’İN HİKÂYESİ

 

Mevsimin ilk yağmurları yağmaya başlamıştı. Elif pencereden, yağmurun sokağın taş döşeli yolunu yıkayışını seyrediyordu. Karşıdaki evin bahçesindeki kayısı ağacının yaprakları iyice bakır rengine dönmüştü. Yağmur ve rüzgar onları dallardan koparıp sokağın taş döşeli yollarının üzerine savuruyordu. Nedense bugün canı sıkılıyordu Elif’in, şu yağmur böyle yağmıyor olsaydı sokağa çıkar arkadaşlarıyla oynamaya giderdi. Babası ne yapıyordu acaba? Sabahtan beri yan odadaki masasının başındaydı. Gidip bakayım dedi Elif, hem belki yağmur ile ilgili bir hikâye anlatır bana, belki de oyun oynarız da can sıkıntım dağılır.

Yan odanın kapısını açıp yavaşça içeri süzüldü. Babası gözlüğünü takmış, Elif’in, annesinin inci gerdanlığına çok benzettiği dolma kalemini eline almış, masaya eğilmiş bir şeyler yazıyordu. Kapı açılınca başını kaldırıp Elif’e baktı, burnunun ucuna düşen gözlüğünü düzelttikten sonra “Gel bakalım şeker kızım, ne oldu?” dedi. Koşup babasının kucağına oturan Elif, masanın üzerindeki kâğıtlara göz gezdirdi, merakını yenemeyip sordu, “Ne yazıyorsun baba?” “Elif’e bir masal yazıyorum. Fakat benim yazdığım söylenemez. Şu senin inci gerdanlık dediğin kalemim var ya işte o yazıyor. Merak ettiysen ne yazdığını kendisi burada masanın üzerinde, sor anlatsın sana.” Epey şaşırdı Elif, merakla babasına baktı “Ama kalemler konuşamazlar ki!”, “Bir dene bence, sor bakalım ‘İnciciğim nasıl bir masal yazdın’ diye. Belki de anlatır sana.” Gülümseyen Elif, oyuna katılmaya kara verdi. “İnciciğim nasıl bir masal yazdın, bana anlatır mısın?” dedi. Babası, yazdığı masalı okumaya başladı.

“Bir varmış bir yokmuş, küçük ama meraklı bir kız yaşarmış. Elif’miş bu meraklı kızın adı. Günlerden bir gün babasının elinde yeni bir dolma kalem görmüş. Babasının dolma kalemlerini tanırmış Elif, daha görür görmez anlamış bu kalemin yeni olduğunu. Elif’in deyişiyle ‘Nasıl da parlıyormuş?’ bu dolma kalem. Tıpkı tıpkı şey gibi evet şey, annesinin inci gerdanlığı… Kocaman bir ucu, altın sarısı bir kuşağı  varmış kalemin.

 

Babası o öğleden sonra içeride uyuklarken Elif usulca babasının odasına girmiş. Önce masanın başına geçip tombul beyaz bir kedi gibi kendisine bakan kalemi elinde evirip çevirmiş. Sonra yavaşça kapağının vidasını açmış. Masanın üzerindeki boş kâğıdı karalamış biraz. Bu oyun çok hoşuna gitmiş Elif’in. Fakat oda biraz sıkıcı, biraz karanlık görünmüş gözüne. En iyisi şu dolma kalemi ve kâğıtları alıp balkona çıkmak, orada resim yapmakmış. Elif balkona çıkıp, buradaki masada resim yapmaya devam ettiği sırada oradan geçmekte olan mahallenin hınzır kedisi Kara Şakir olduğu yerde mıhlanıp kalmış. Hiç böyle güzel bir kalem görmemiş ömrünce. Nasıl yapıp da bunu Elif’in elinden almalı diye düşünürken Elif seslenmiş Şakir’e.

-Ne haber Kara, kalemimi gördün mü, çok güzel resimler yapıyorum onunla.

 

-Hangi kalemi, ha şu elindekini mi? İyi göremedim biraz daha yaklaştırabilir misin? Yaşlanıyorum herhalde, gözüm eskisi gibi görmüyor. Ha evet biraz daha yaklaştır, biraz daha, oluyor, hooop!

Şakir acayip bir kıvraklıkla Elif’in elindeki kalemi iki patisinin arasına sıkıştırıp almış. Neye uğradığını şaşıran Elif kızgınlıkla gözlerini açmış, Şakir’e:

-Ver çabuk kalemi, o babamın, ondan habersiz almıştım. Çok üzülür kalemini kaybederse, oyunun sırası değil Kara. Hem istersen sana başka kalem getirip vereyim. Onu geri ver lütfen, demiş.

-Başka kalem istemem, bu çok güzelmiş. Şöyle gömleğimin cebine takıp gezdirirsem meşhur olurum tüm kedi aleminde. Kara Şakir’e beyaz, altın sarısı bir kalem ne yakışır ama değil mi? Hem ne olacak canım kaybettim de. Baban da bir tane daha alsın kendine. O kadarcık şeyden ne olur ki?

O sıra duvarın kenarından geçmekte olan tilki bütün bu konuşmalara şahitlik etmiş. Kalemin nasıl bir şey olduğunu merak ettiğinden, kendini yenemeyip görünmemeye çalışarak kaleme bakmış. Elif ile Şakir kendisini fark edecekler diye ödü patlamış. Fakat öbür ikisi kendi aralarında hararetli biçimde konuştuklarından tilkiyi fark etmemişler. Kara Şakir’in elindeki dolma kaleme bayılan tilki, onun bu ‘uyuz kedinin’ değil de kendisinin olmasını istemiş.

-Vay Şakir kardeşim görüşemiyoruz. Vallahi yerde ararken gökte buldum. Yok aman şey gökte sorarken yerde gördüm, yok böyle de değildi. Aman işte neyse ne. Şu aşağı sokaktaki çöpün kenarına hamsi tava koymuşlar, yahu alıyorsunuz balığı neden yemiyorsunuz? Mis gibi de kokuyordu mübarek burada olduğunu bilsem sana da getirirdim.

Bu sırada tilki ne olduğunu anlamadan kendisine bakan Elif’e göz kırpmış. Şakir’in ise ağzı sulanmış.

-Hangi çöpte, ben bakayım.

-Canım okulun oradaki çöp yok mu, orada işte. Sen git mahallenin kedileri yetişmeden balığı mideye indir. O elindeki ne, kalem mi. Güzelmiş kalemin, iyi günlerde kullan. Ama sakın bu kalemi götürme oraya, şimdi her tarafı yağ olur kalemin. Sen balığı ye gel, ben kalemi tutup burada bekliyorum seni.

Elif tilkinin ne yapmaya çalıştığına anlam verememiş. Tilkinin eline geçen kalemini geri istemiş. Fakat tilki vermiyormuş. Anlaşılan o ki, tıpkı Şakir gibi tilki de kaleme göz koymuş. Babama seslensem tilkiyi yakalayabilir mi diye düşünmüş. İçeri giderse tilkinin hemen kaçacağını anladığından onu lafa tutarak oyalamaya karar vermiş. Neyse ki tilki gevezeliği seviyormuş. Bu sırada mahallenin bekçi köpeği Karpuz, tilkinin yanına gelmiş. Onu şöyle tepeden tırnağa, şüpheyle süzmüş.

-Ne oluyor burada? Elif ne istiyor senden? diye sormuş tilkiye.

-Ah seni görmek ne güzel Karpuz Bey. O hain Kara Şevket, bu kızcağızın kalemini elinden almış. Ben de kıza geri vermek için Şakir’i kandırdım. Neyse ki siz, mahallenin aslan bekçisi yetiştiniz. Buyurun kalemi ben vazifemi yaptım. Siz Elif’e verirsiniz.

Tilki bu sözleri söyler söylemez, Karpuz’un daha ağzını açmasına fırsat vermeden sıvışmış. Elif tilkinin arkasından bakakalmış. Fakat kalemin Karpuz’un elinde olmasına sevinmiş. Kalemine kavuşabilecekmiş artık. Bu sırada alt sokaktaki kümesin çil horozu Karpuz’un yanına gelip şöyle demiş:

-Bizim sokakta kavga var, Kara Şakir çöpteki kedilere balık nerede diye saldırdı. Birbirlerine girdiler, koş yetiş.

Karpuz, kalemi horoza vermiş. Koşarken arkasına dönüp bir şeyler söylemiş ama sözlerini ne Elif, ne de horoz anlamış. Elif kalemi kanatlarında evirip çeviren, çipil gözlerine yakınlaştırıp bakan horozdan istemiş. Fakat horozun da kalemi vermeye niyeti yokmuş.

-Güzelmiş bu. Baban ne yapacak bu kalemle, yaşlı başlı herif. Ben her sabah kümeste tavuklardan yoklama alırken kullanırım bu kalemi. Bayılacak tavuklar benim kalemime. Çil horozun ünü bütün kümeslere yayılacak. Böylece tavukların hepsi bana aşık olacaklar. Böyle güzel bir şey görmedim ben, hihi, hihi!

Birden nereden geldiği belli olmayan gelincik, hızlıca horozun kanadından yakaladığı dolma kalemi balkona tırmanıp, Elif’in yanına bırakmış. Bu, geçen hafta horozdan bir tane yumurta isteyen Sarı Oğlan isimli gelincikmiş. Horoz, Sarı Oğlan’a yumurtayı vermemiş. Horoza kızan Sarı Oğlan böylece intikamını almış. Elif de kalemine kavuşmuş. Sarı Oğlan’a teşekkür etme fırsatını bile bulamamış. Babası uyanmadan kalemi götürüp yerine koymuş.”

Masal bitince Elif babasının boynuna sarıldı. “Keşke masallar hiç bitmese baba.” dedi. Babası gülümseyip dolma kalemi işaret etti. “ Sen yazdıkça bitmezler güzel kızım.” diye karşılık verdi.

 

*Bu içerik Marka Elçimiz Hasan Hüseyin Bahadır tarafından kaleme almıştır. Hikayeyi illüstre eden  Marka Elçilerimiz;  Ecem Kocaarslan Mutlu & Uğur Arslan’dır.

 

Back To Top
Ara