Skip to content

Romantik Klavye

İskender, benim adım. Büyük mü? O büyük olanın bütün marifeti kılıç şakırdatmaktan ibarettir. Kılıçla zapt etmiştir, onca yeri. Ben kılıca değil klavyeme güvenirim. Onun yerinde olsaydım, komşu memleketlerin krallarının kızlarına, cepten, tabletten veya bilgisayardan yazar kimsenin burnunu kanatmadan  alırdım o ülkeleri. Lisedeyken, alemde “Romantik Klavye” olarak bilinirdim. 11. sınıfta Utku, Ece kendisini terk ettiği için hüngür hüngür ağlamıştı bana. Hemen, Utku’nun telefonunu aldım, koca bir sayfa mesaj yazdım Ece’ye, Utku’nun ağzından. Ertesi gün Ece pişman olup ayaklarına kapanarak geri döndü Utku’ya.

Fakat hayatımda ilk defa Nazan, klavyeme kök söktürdü. Üniversitenin ilk günü, ilk derste gördüm onu, ayaklarım yerden kesildi. Tam bir yıl cepten, tabletten, bilgisayardan yazdım da yazdım. Sanırsın ki Johann Sebastian Bach’ım da her akşam piyano başında beste yapıyorum. Oturuyorum klavyenin başına saatlerce yazıyorum da yazıyorum. Ne Nilüfer şarkıları, ne Cemal Süreya şiirleri ezberledim… Vallahi divan edebiyatı öğrenecektim Nazan’ın şiir sevgisi yüzünden.

Bir gün okulun kütüphanesinde ders çalışırken, birisi sessizce “Boş mu?” diye karşımdaki sandalyeyi gösterdi. “Buyrun, tabi.” dedim. Kırk yaşlarında, Yeşilçam film setinden geliyormuş gibi bir havası vardı abinin. Başında zsiyah, ressam usulü bir bere, gri, kırçıllı  kalın kaşe bir kaban, örgü atkı… Saçlar biraz kır, Cüneyt Arkın’ınki gibi oradan oraya savruluyorlar. İşi gücü bırakıp çaktırmadan izlemeye başladım. Artık yüzü kabuk kabuk olup boyası dökülmeye başlayan deri çantasını açtı defterini kitaplarını masaya yerleştirdi. Gözlüğünü takıp gömleğinin cebindeki kalemini çıkardı. Takma yerinde “S” yazan bir kalemdi bu. Görür görmez tanıdım, babamın kalemlerinde de yazardı bu “S” çünkü.

Abi kapağını açıp arkasına taktı kalemin, yanılmamışım adam tam bir antika, dolma kalemle yazacak. Yahu devri mi kaldı bunun amca? Yok mürekkebiydi, tıkanmasıydı, kurumasıydı, akıtmasıydı, kokutmasıydı… Hayır ucuz bir şey de değil. Balık puluna benziyor desenleri, gümüş rengi yaldır yaldır yanan bir dolma kalem. Şimdi ister misin bu antika, paltosunun cebinden de küçük bir not defteri çıkarsın emekliler gibi. Aha! Vallahi çıkardı. Önündeki kimya ile ilgili kitabın künyesini not ediyor. Not defterini bırakıp büyük deftere geçti, bir şeyler yazıyor, şekiller çiziyor.

 Tuşlu telefon mu kullanıyor ki? Fotoğrafını çeksene be abi cep telefonuyla künyenin, ne uğraşıyorsun böyle dolma kalemle gıy gıy… Fakat adamın defteri sanat eseri gibi. Kimya şekillerini sürrealist resim gibi nakşediyor defterine. Yazı da inci maşallah… Aslanım İskender, senin daha epey ekmek yemen lazım. Nasıl oldu da  daha önce akıl edemedim ben bunu? Böyle bir kalemle mektup yazsam Nazan bayılır.

-Affedersiniz, bir şey sorabilir miyim?

-Tabi buyurun, araya çıkalım daha rahat konuşuruz.

 Abi dolma kalemi gömleğinin cebine takıp ayağa kalktı. Araya çıktık. Çıkınca hemen sordum:

 -Kaleminiz çok güzel, ben de böyle bir şey almayı düşünüyorum da. Markası nedir, nereden aldınız?

 Gülümseyip, gömleğinin cebindeki dolma kalemi çıkarıp uzattı.

 -Bu mu? Ben de bir arkadaşımda görüp beğendim. Meydandaki kırtasiyeye Scrikss balık sırtı desenli dolma kalem var mı, dedim. “Venüs 722” deyip gülümsedi kırtasiyeci. Oradan aldım kalemi.

Koşup bende aldım aynısından. Eve gelip masanın başına oturdum. Sanki kalemi tutan ben değildim, kendiliğinden bir şeyler yazıyordu kâğıda. Yazım sanat eseri gibi görünüyordu. Mektuba başladım:

“Canımın içi, nuruaynım, iki gözüm, ruhum Nazan’cığım. Sana şairin dediği gibi cebimde verecek bir şey olmadığından, gönlümden veriyorum.” Fakat bu kelimeler de nereden çıkıyor, nasıl da ilham veriyor bana dolma kalem yazarken… Antika abi, o gün söylediklerinde haklıydı sanırım. “Klavyeyle aşk mektubu yazılmıyor, maalesef.” demişti. Mektubu bitirdim, bir zarfa koyup pul bile yapıştırdım. Cuma günü dersten sonra Nazan’ın defterinin arasında koydum. Pazartesi günü öğle arası Nazan yanıma geldi:

-Sen böyle güzel mektup yazmayı nereden öğrendin İskender?

Elim ayağım düğümlendi. Gömleğimin cebindeki dolma kalemimi gösterip, gerçeği söyleyiverdim:

-Vallahi dolma kalemden Nazan? dedim.

Yüzüne bir kızıllık yayıldı ki akide şekeri gibi oldu kız. Ömrümde böyle güzel bir kızıllık görmedim.

-Demek dolma kaleminden, o zaman sana çok ama çok romantik bir dolma kalem, diyebiliriz İskender.

Bunu söyledikten sonra göz kırpıp:

 -Acaba romantik dolma kalem’e bir çay ısmarlasam, kabul buyururlar mı?

 -Kabul mu? Uçarlar be Nazan! deyip sarıldım.

 İşte o günden beri beraberiz. Yılların “Romantik Klavyesi”, tişörtten başka bir şey giymeyen adam “Romantik Dolma Kalem” oldu. Cepli gömlek giyip, dolma kalemini yerleştirmeden sokağa çıkmıyor artık. Eh bunlar Nazan’ın marifetleri, arz ederim efendim!

Bu içerik marka elçimiz Hasan Hüseyin Bahadır tarafından kaleme alınmıştır.

Back To Top
Ara