Skip to content

Kuş Bakışı

Her sabah aynı saatte gelir, paltosunu çıkarıp portmantoya asar, narin bir çiçeğe dokunur gibi çeker sandalyesini, özenle yerleşir masasına. Masanın üstü hep kalabalık, ama düzenli bir kalabalık. Kitaplar, sözlükler, defterler, kalemler… Her kitabın ayrı bir defteri var, kitapların arasında notlar, defterlerin içinde yazılar… Bunca yazının içinden nasıl çıkıyor hep merak ediyorum.

Küçücük bir odası var. İki büyük cama sahip küçücük bir oda. Camlar benim yuvamın olduğu kavak ağacına bakıyor. Arkasındaki duvarda Piri Reis’in Dünya Haritası asılı. Bazen gerinirken başını iyice geriye atıp haritaya tersten bir bakış atıyor. Sanki öyle bakınca gizli bir hazine bulacakmış gibi yüzlerindeki çizgiler derinleşiveriyor, gözleri fal taşı gibi açılıyor. Sonra kaldırıyor başını yeniden eski halini alıyor yüzü ve satırların arasında kayıp gidiyor gözleri.

 Tam karşısındaki duvarda ise bir adamın resmi asılı. Sivri yüzlü bir adam bu, hafif beyazlar oluşmaya başlamış saçlarını geriye doğru taramış, bembeyaz, yakası geniş gömleğine kırmızı kravatı takmış, masmavi ceketi ve yuvarlak gözlükleriyle gökyüzüne meydan okurcasına kaldırmış başını göğe bakıyor. “Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir.” yazıyor bu resimde. Başını kitabından kaldırınca gülümseyerek bu resme bakıyor bazen sesli bazen sessiz bu sözü söyleyip gülümsüyor. Onun da bir sevdiği var mıdır hayatında kitaplarından başka? Ha bir de kalemi var.

Güneşin ilk ışıkları masasında önce en sevdiği kaleme dokunur. Usulca ısıtır kalemi ve içindeki mürekkebi. O zaman kaleminin eşsiz güzelliği daha da ortaya çıkar,  gövdesi benim yuva yaptığım ağacın rengi gibi olan kalemin kapağında ise güneşin rengi var. Doğanın renklerini taşıdığından ben en çok bu kalemi severim masasındaki. Ona yeşil bir mürekkep çeker her zaman ve böylece tabiatında eksik olan rengi mürekkebiyle tamamlar, onu eline alıp yazmaya başladığı zaman zannedersiniz bir ormana can veriyor.

Bugün yüzünde ayrı bir tebessüm var, kitabın yerini bir mektup almış okudukça gülüyor güldükçe yüzü bir başka aydınlanıyor. Kısa kıvırcık saçları güneş ışığında parlayan buğday başaklarına benziyor. Mektubu bitirince sağ yanına koyup, bir tomar beyaz kâğıdı aldı önüne. Sonra başını kaldırıp duvardaki adama baktı gözlerinin içi gülerek. Kalemini sol eline aldı önündeki kâğıtlara yazmaya başladı:

Sevgili Rukiye bu sene baharı İtalya’da karşılamaya karar vermişsin. Ben yine sana Ankara’nın renklerini mütemadiyen izlediğim penceremin kenarından yazıyorum. Ankara solgun ama benim içime bahar çoktan geldi. Sana Ömer ile nasıl tanıştığımı anlatmak için sabırsızlanıyorum. Ben onunla ilk tanıştığım zaman hayatın bana bambaşka bir kapı araladığının farkında değildim. Üniversitenin son günleri, finaller yaklaşmış, havalar ısınmış içimiz kıpır kıpır. Ama dersler bu kıpırdaşmalara dahi izin vermiyor öyle bir ağır. Siyaset Psikolojisi son dersi hoca final tüyoları veriyor. Tam o esnada dolma kalemimin mürekkebi bitti. Son sözler son ipuçları elden kaçırmamam lazım. Bir anlık hamleyle yanımda oturan o zamana kadar da hiç tanışmamış olduğum arkadaşın elinden kaptım kalemini. Sıkıntıdan elinde çevirip durduğu o kalemi kendi büyük amaçlarım için kullanmakta bir gariplik görmedim. Son anda son sözler ama son sözlerin daha değerli bir ana sebep olduğunu bilmeden.

Bilirsin oldum olası severim ben kalemleri, özellikle de dolma kalemleri… Hocanın son söylediklerini yazdım, zil çalınca da çocuğa uzatıp kalemini “Kusura bakmayın elinizden çekip aldım siz yazı yazmıyorsunuz diye. Kaleminiz çok güzelmiş teşekkür ederim.” dedim. “Rica ederim, bunun bir de dolma kalemi vardı sizin kaleminize benzer ama ben dolma kalem kullanamadığım için almadım.” dedi. İşte bütün bir hikâye böyle başladı. Kalemlerle ilgili konuşarak Cebeci’den Kızılay’a yürüdük. Onun kalemlerini aldığı bir kırtasiyesi varmış beni oraya götürdü. Fotoğrafta gördüğün kalemi ve kullandığım yeşil mürekkebi oradan aldım.

İşte Ömer’le bizim büyük tanışma hikâyemiz. Biri eşim diğeri de yazı arkadaşım oldu. Şimdi diyeceksin ki “Kızım insan bir kalemden aşka nasıl yelken açar?” Kalem işin bahanesi, bizim yüreğimizin kanatlanıp uçacağı varmış. Ömer’in elinden o kalemi çekip aldığıma hiç pişman olmadım. Bak şimdiden çocuklarıma, torunlarıma bir kalemin sihirli dokunuşuyla başlayan aşk hikâyesi bırakıyorum…

Mektubu bitirdikten sonra yerinden kalktı, cama doğru yürüdü. Pencereyi aralık bırakıp odadan çıktı. Merakıma yenik düşüp doğrudan camın kenarına süzüldüm. Odası küçük ama oldukça şirindi. Masasının üzerine doğru kanat çırptım usulca. Beyaz bir resim çerçevesinde bir adamla fotoğrafı var. Mektupta arkadaşına bahsettiği Ömer olmalı o. Fotoğraf ikisi de kahkaha atarken çekilmiş, ikisinin de gözlerinin içi parlıyor. Az önce mektup yazdığı kalemi çerçevenin tam önüne mutluluklarını işaret etsin diye bırakılmış sanki. Gün ışığı vuran kalemin kapağındaki ince çizgiler aydınlanmış, tıpkı Ömer’le birbirlerine bakışlarındaki aydınlık gibi. Gagam ile kaleme dokununca onun bu kalemi neden bu kadar çok sevdiğini anladım. Kalemi kadife bir kumaşa dokunuyormuşçasına yumuşak. Yazı yazmayı bu denli seven birisi için özel yapılmış sanki. Kalemin iğnesine kazınmış Scrikss diye bir yazı var. Yuvamdan baktığımda evimi kucaklayan bir ağaç dalına benzeyen bu kalem, onun ellerinde bir gün benim aşk hikâyemi de yazar mı ki?

 

**Bu içerik Marka Elçimiz Zümrüt Elif tarafından kaleme alınmıştır…

Back To Top
Ara