Belgin teyze ile çalıştığım kafede tanıştık. Bizim kafe Kızılay’ın işlek yerlerinden biri olan Konur…
Bir Aptalın Mektubu
Genç adam saçlarını çekiştirdi ve önündeki parlak ekranla bakışmaya devam etti. Belgenin boş sayfası bir tokat gibi yüzüne çarpıyordu. Saatlerdir bilgisayarının başındaydı ama kalbindeki kelimeleri bir türlü ekrana dökmeyi başaramamıştı. Defalarca kez çeşitli kelimeler yazıp silmişti fakat hiçbiri aşkını itiraf edeceği o güzelliğe layık değildi.
Çoktan soğumuş olan kahvesinden yüzünü ekşiterek de olsa büyük bir yudum aldı. İğrenç sıvıya ihtiyacı vardı. Daha bir cümle bile yazamamışken kendine yeni bir kahve hazırlama lüksü yoktu. Aptalca da olsa kendine bir yemin etmişti: bu mektup bitmeden çalışma masasından kalkmayacaktı.
Ekranın ışığı gözlerini yakarken daha fazla dayanamadı ve gözlüklerini çıkarıp yüzünü ovaladı. Yorgundu, hem fiziksel hem de ruhsal bir yorgunluktu bu. Saatlerdir bir sandalyeye büzüşmekten, zihnini süslü kelimeler yazmaya zorlamaktan, duygularını bir türlü açığa çıkaramamaktan dolayı yorgundu. Sırtı ağrıyor, gözleri acıyor, kalbi sızlıyordu. Dünyaya haykırmak istediği kelimeler, boğazında düğümleniyordu.
Klavyesine tiksinirmişçesine parmak uçlarıyla dokundu. Plastik ve pürüzsüz doku doğru hissettirmiyordu. Sahte, sentetik ve duygusuzdu. İçten duygularını aktarmak için kullanılamayacak kadarda kişiliksizdi.
Oflayarak bilgisayarını kapattı. Belli ki dijital ortamdan ona bir hayır gelmeyecekti.‘Belki de kağıt ve kalem kullanmalıyım ha? Denemekten herhangi bir zarar gelemez. Tek bir kelime bile yazamadığım bu çaresizlikte her türlü yol bana mubah.’
Çalışma masasının en alt çekmecesinden bir deste kağıt çekti. İnci beyazlığındaki sayfalar en az bilgisayarının ekranı kadar parlaktı. Bu denli naif ve kaliteli bir kağıda hangi kalemle duygularını dökeceğini de çok iyi biliyordu.
İlk çekmeceyi araladı. Özenle sakladığı tüm kalemleri buradaydı fakat bu kalemler arasında bile bir favorisi vardı.
Parmaklarındaki huzursuz karıncalanmayla ince kutuyu odanın loş ışığına çıkardı. Kutunun üzerindeki italik yazı bile onu gülümsetmeye yetmişti.
Scrikss 35 ellerindeydi. Aşkını itiraf etmek için ondan daha iyi bir kalem düşünememişti. Elindeki tanıdık ağırlıkla gözlerini kapattı ve iç çekti.
İşte şimdi biricik sevgilisine aşkını itiraf etmeye hazırdı.
Sevgilim,
Söylemesi ne kadar da kolay bir kelime! Oysaki sana bu mektubu yazarken, sevgilim kelimesi kalemimden dökülürken ellerim titriyor. Şu ana kadar basit bir sözcükmüşçesine dudaklarımdan çıkan sevgilim kelimesi; sana yazdığım mektupta bambaşka, kutsal bir anlama bürünüveriyor.
Klişe de olsa sana bir aşk mektubu yazıyorum bugün. Bir kağıt parçasını sana olan aşkımla mühürlüyorum ve varlığını anlamlandırıyorum. Boş, beyaz bir sayfayı senin varlığına adıyorum.
Peki neden mi bu mektubu yazıyorum? Sevgilim, biliyorsun ki uzun zamandır birlikteyiz. Hayatımı anlamlandırdığın o günün, sevgilim olmayı kabul edişinin üzerinden yıllar geçse de sana ve kendime itiraf edemediğim bir şey oldu hep. Sıfatlara soktuğum o cümleyi sana bir yüklemle asla söyleyemedim. Utandığımdan değildi, çekindiğimden ya da korktuğumdan da değildi. Sana bağlanamadığımdan ise hiç değildi. Sadece doğru zamanı yakalayamamıştım, belki de doğru zamanları elimden kaçırmıştım. Fakat doğru ya da yanlış, şimdi sana o kelimeleri bir mektupta yazacağım.
Sana aşığım. Sana deliler gibi aşığım. O gün seni ilk kez gördüğümde, hayatımın aşkı olacağını anlamıştım. O eşsiz gülümsemen, sıcacık bakışların ve her an beni kucaklamaya hazır kollarınla benim için yaratılmış gibiydin. Ben de senin için yaratılmıştım. Kalbim, ruhum, bedenim, bütün varlığım sana ait olmuştu o ilk bakışta.
Sana ne kadar aşık olduğumu söyleme fırsatını hiç bulamadım.
Yani bu mektup, sevgilisine ona aşık olduğunu söyleyemeyen bir aptalın mektubu.
Tekrar tekrar, sonsuza tekrar etmek istiyorum: sana aşığım. Hoşlantı, sevgi değil! Aşığım sana.
Kalbimin sahibine, biricik ruh eşime. Sonsuzlukta birlikte olmak dileğiyle.
Gözyaşlarını kağıda damlamadan sildi hemen. Özenli yazısının dağılmasını istemezdi. Zaten tekrar yazabileceğini de zannetmiyordu. Bütün duygularını kağıda haykırmıştı, geriye kalan kırıntılar haricinde kalbi boştu.
İç çekerek ayağa kalktı. Duş almalı ve en güzel kıyafetlerini giyinmeliydi. Her seneye yaptığı gibi ilk önce çiçekçiye uğramalıydı. Sonrasında sevgilisinin yanına, Aşiyan’a geçecekti.
Bu içerik marka elçimiz Reyya Pul tarafından kaleme alınmıştır.