Skip to content

Nazan’ın Günlüğü

Bugün garip bir şey oldu. Ders bitiminde İskender defterimi istedi benden, yetiştiremediğim yer var bahanesiyle. Neden bahane diyorum birazdan anlatacağım. Önce sana biraz İskender’in kim olduğundan bahsedeyim. İskender’e göre, büyük büyük dedeleri Viyana Kuşatması’nda kapılar aşılamayınca gerisin geri Anadolu’ya dönüp yerleşmişler. Hatta iki asır sonrasını öngördükleri için Ankara’ya kadar gelmişler. Aslına bakarsan İskender doğma büyüme Ankaralı ama göçmen olduğu kesin. Kumral, renkli gözlü, uzun boylu, kıvırcık saçlı bir oğlan çocuğu. Bir senedir de bana klavyesinin yetişebildiği her ortamdan yazılar, şiirler, şarkılar yazıyor. Kimi zaman yanıtsız bırakıyorum kimi zaman gülümseyip geçiyorum. Garibim zannediyor ki klavye ile bir kadının gönlüne dokunulur. Sen söyle sevgili günlük haksız mıyım? Bir dolma kalemin ucunda birleşen harflerin can verdiği bir mektup kadar sımsıcak ve içten olur mu klavyenin yazdıkları? Cemal Süreya hayatta olsa şiirlerini dolma kalemine mi, klavyesine mi emanet ederdi? İskender yaklaşık bir senedir bana Cemal Süreya’dan şiirler, Sabahattin Ali’den hikâyeler, Minik Serçe’den şarkılar yazıyordu ama hepsi o makine yazısının soğukluğunda bütün anlamını yitirip gidiyordu. Ta ki bugüne kadar.

z

Bugün İskender defterimi aldığında ben de kızlarla vize sınavı hakkında konuşuyordum. Bir anda İskender defteri elime tutuşturup gitti. Bir şey dememe de fırsat vermeden kaçarcasına uzaklaştı, bu kaçışın sebebi anlaşıldı daha sonra. Defterimin arasında bir mektup buldum. İskender klavyesinden vazgeçip bana bir mektup yazmış hem de bir dolma kalemle. Bilirsin hemen anlarım dolma kalemin kâğıtta bıraktığı mürekkep birikintisini.  Zarfın üzerine adımı yazmış yalnızca Nazan’a diye. Havalı olsun diye düz yazıyla da değil el yazısı ile yazmış. Bir de üstüne üstlük PTT pullarından Cemal Süreya’nın resmi olanı yapıştırmış ki mest olayım diye.  Hani mest olmadım desem yalan olur. Bu çocuk nasıl vazgeçti klavyesinden, bir gece rüyasına Turgut Uyar girip “Evlat klavye ile aşk mektubu yazılmaz!” mı dedi acaba?

Heyecanla açtım mektubu “Canımın içi, nuruaynım, iki gözüm, ruhum Nazan’cığım. Sana şairin dediği gibi cebimde verecek bir şey olmadığından, gönlümden veriyorum.” diyerek başlamış mektubuna. Dolma kalemin öyle bir süzülüşü ile yazmış ki harfleri, sanırsın her birini özenerek yan yana getirmiş. Mektubu okudukça yanaklarımın kızardığını, kalbimin daha bir heyecanla çarptığını fark ediyordum. İskender’in klavye ile yazdıklarının soğukluğu yerini mürekkebin yüreğe akan sıcaklığına bırakmıştı. “Nazan seni görünce aklıma hep aynı şiirin son mısrası geliyor: ‘O kadar güzelsin ki kuş koysunlar yoluna.’ Ama senin yoluna kuş da koysam, güzelliğini o bile anlatamaz. Ben şimdi bu kalemle nasıl anlatayım güzelliğini sana. Ancak Turgut abiden, Cemal abiden yardım isterim. Mesela o koca kahverengi gözlerinin bende uyandırdığı hissi ancak Cemal abim anlatmış. Sen biliyor musun o şiiri? ‘Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatırına sen kalayım.’ Sen söyle can parem benim Cemal abinin söylediğinin üzerine söz söylemek haddime mi? Yüreğimde yavru bir kuşun ilk kanat çırpışı gibi bir his uyandırıyor seninle göz göze gelmek. Heyecandan hangi kanadı çırpacağımı unutup yere çakılacak gibi oluyorum, sonra sen gülümseyerek selam veriyorsun ya bana, işte o zaman çakılmaktan son anda kurtuluyorum. Sabahattin abimiz bir romanında kullanılmadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarar diye sorar. Ben de bu romanın sayfaları arasında dalıp gitmişken bu cümleyle kendime geldim. İskender’in yazdıklarının sıcaklığı içimi ısıtıyor, yanaklarım al al olup, avuçlarım terliyordu. Her bir satırda yüzümdeki gülümseme kat be kat artıyordu. “Sevgili Nazan sana mektupta bile veda etmek istemiyorum. Hep yazsam yazsam yazsam… Sayfalarca, defterlerce kitaplarca yazsam, yine de içimdekilerin hepsini anlatamam sana. Ama bence ‘İkimiz birden sevinebiliriz, durma göğe bakalım!” Sayfalarca, defterlerce, kitaplarca yazsa okurdum, biliyor musun sevgili günlük? Hiç sıkılmadan, bir çırpıda. Sana yazmaya başlamadan babamın üniversiteyi kazandığım zaman “bir hukukçu bir dava hakkında verdiği kararı dolma kalemle yazmalı ki silinmesin. Yanlışı da doğrusu da gözünün önünde dursun ki önemli kararlar alınırken hata yapmasın.” diyerek hediye ettiği, o günden beri bir an olsun yanımdan ayırmadığım Scrikss Noble 35 beyaz dolma kalemimi çıkardım. Biten kartuşunu değiştirip hiç beklemediğim bir anda beni mektubun o büyülü dünyasına çeken İskender’e bir mektup yazmaya başladım:

“Büyük İskender’in şanı kılıcından gelir, belli ki seninki kaleminden gelecek sevgili İskender. Ancak şunu bilmelisin kılıç yüreğe korku salıyor, senin kalemin ise sıcaklık ve mutluluk…”

Bu içerik marka elçimiz Zümrüt Elif tarafından kaleme alınmıştır.

Back To Top
Ara