Belgin teyze ile çalıştığım kafede tanıştık. Bizim kafe Kızılay’ın işlek yerlerinden biri olan Konur…
Zamansız
Bugün Pazar. Yalnızlığımın bilmem kaçıncı günü ve ben nöbetçiyim. Hastane boş, yani üç dakika öncesine kadar öyleydi. Bir bebek annesinin karnında sıkılmış olsa gerek bugün çıkmaya karar vermiş. Sakin bir anne, endişeli ve heyecanlı bir babayı aldık doğumhaneye. Doğum başlamamıştı, ama sancıları az da olsa başlamıştı annenin. Takip ettiğim bir hastam değildi –doktoru şehir dışındaydı- ama bebek sabredememişti. Bugün gelmeyi seçmişti ve öyle de oldu. Sancılar giderek arttı, beklediğimizden hızlıydı. Ebe gülümsedi, bebek geliyordu, anne son kez büyük bir acıyla bağırdı. Bebek ellerimdeydi. Bebek ağladı, anne ağladı, baba ağladı. Doğumhane kolonya kokuyordu, limon kolonyası. İyi geliyor demişti kolonya anne, doğumdan önce. Adını ne koyacaksınız diye sordum.
-Zehra.
-Zehra, dedim. Bu isme uzun zamandır seslenmemiştim.
96 Aralık ayıydı. Hava çok soğuktu. Liseye gidiyordum. Öğle saatleriydi. Ayşe hoca beni çağırdı, ders esnasında hem de. Telaşlanmamıştım. Kapıda bekliyordu. Suratı bembeyazdı. İyi misiniz hocam, dedim. Bahçede deden seni bekliyor Mehlika, dedi. Dedem mi? Dedem benim nerede okuduğumu bile bilmezdi ki. Okulda ne işi vardı. Çantamı alıp bahçeye gittim. Dışarısı buz gibiydi. Yanağımdan bile içeri giriyordu soğuk. Dedemin üzerinde sadece bir ceket vardı. Dede üşürsün, dedim. Buz gibiydi. Gidelim, kızım dedi. Dede niye geldin, dedim. Cevap vermedi. Dedem sustu. Dede diye seslendiğimde dedem ağlamaya başladı. Ben dedemi ağlarken hiç görmemiştim. Arabayla eve geldik. Kapının önünde insanlar, o kadar çoklar ki tanıdığım, tanımadığım. Bir akrabam gördü Mehlika, dedi, sarıldı, ağlamaya başladı. N’oldu diye bağırdım. Kimse bir şey söylemiyordu. Eve çıktım. Evin önünde ayakkabılar, yüzlerce. İçeri girdim anne dedim, annem yok. Ablamı gördüm. Ablam camdan bakıyordu. Kafasını çevirdi. Abla dedim. Ablam beni görünce bayıldı. Annem dedim, annem nerede? Teyzem sarıldı. Annen gitti kızım, dedi. Nereye, dedim. Anlamak istemiyordum. Ben daha on altı yaşındaydım, gitmenin ölmek demek olduğunu, annemin gidebileceğini anlamak istemiyordum. On altı yaşındaydım, ablam yirmi. Annem gidemezdi, ölemezdi. Ölmek istemezdi annem. Bizi bırakmazdı. Annem ölmüştü. Hava buz gibiydi. Dışarı çıktım. Koştum. Üzerimde bir gömlek, koştum. Soğuğu hissetmiyordum. Koştum. Bir çift ela göz durdurdu beni. Selin. Sıra arkadaşım. Sarıldı. Selin; annem, dedim. Öldü diyemedim. Oysa ne kolaydı haberlerde sunucular için öldü diyebilmek. Dört harf. Diyemedim. Sarıldı Selin. Sustuk, oturduk, yürüdük, konuşamadık. Oysa bizim sabah, akşam bitmezdi kelimelerimiz. Bilmiyorduk, sustuk, ağladık, sarıldık. Annem öldükten sonra bahar hiç gelmedi. Annem baharları çok severdi. Bütün çiçekleri açar, rengârenk olurdu balkonumuz. Okula gitmek istemedim. Selin her gün kapıda bekledi beni. Yılmadı. Bir gün, bir başka gün, günlerce okula gitmedim. Aklım donmuştu, kalbimin aynı yerinde hep bir kan akıyordu sanki zamansız sızlıyordu, uyuyamıyordum geceleri, gündüz ruhum bile uyuyordu. Duymuyordum insanları, geleni gideni. Bir gün Ayşe hoca geldi Selin ile. Annen okula devam etmeni isterdi gibi bir şeyler söyledi. Annem yok artık, dedim. Dinlemek istemiyordum. Ayşe hoca, yıllar önce kardeşinin öldüğünü ve onun için öğretmen olduğunu anlattı. Gerisini hatırlamıyorum. Haftalar geçti. Sonra okula devam ettim. Annem gittiğinden bir yıl sonraydı. Doğum günümde Scrikss marka bir dolmakalem hediye etti Selin. Kalem, defter delisiydi. Yazmayı severdik, ben hikâye yazardım, o ise daha çok şiir yazardı. “Yazmayı hiç bırakmaman dileğiyle canım doktor” diye not yazmıştı. Kalem hastalığı bulaşıcıydı, yıllarca bir sürü kalemim oldu, ama en güzel anları hep bu kalemimle yazdım. Selin arkadaşım değil hep bir kardeşim oldu. Annem hep doktor olmamı isterdi. Kadınlar da doktor olabiliyorlar mıydı diye sormuştum anneme çocukken. Belki de o güne kadar doktor bir kadın görmemiştim. Annem arkadaşı Demet ablanın avukat, başka bir tanıdığı bir kadının da mühendis olduğunu söylemişti. Yine de inanamamıştım bir kadının doktor olabileceğine o yaşlarda. Ta ki Ayşe hoca ile tanışana kadar. Doktor olmak istiyordum ama annemin gidişinden sonra unutmuştum. Beni yeniden bu isteğime bağlayan, çalışmam için büyük bir motivasyon sağlayan ve renk katan Selin’in aldığı parlak krom renkli Scrikss kalemim oldu. Sonrasında çok çalıştım ve doktor oldum. Her bebek doğduğunda annem sanki “Günaydın, kızım” diyordu. Ve ben böyle bir ümitle yaşayabiliyordum. Her doğumdan sonra gelen bebeğe bir kalem hediye ediyordum. Yazmak güzeldi. Yazacak çok şey vardı. Bir hatıra kalacaksa benden bu bir kalem olsun istiyordum.
-Zehra, dedi. Zehra annemin adı. Şimdilerde çocuklara böyle isimler koyulmuyordu. Zehra doğdu. “Günaydın, kızım” diyordu annem, bu sefer sanki sesini duyuyordum. İnsan yıllardır duymadığı bir sesi unutabiliyordu. Fotoğraflardan yüzünü hatırlıyordu. Ama sesini duyamıyordu. Bugün Zehra bebek doğduğunda annemin sesini duydum. Yüzünü gördüm gözlerimle. Bak kadından da doktor olurmuş der gibi gülümsüyordu.
Bu içerik marka elçimiz Pınar Özcanlı Baran tarafından kaleme alınmıştır.