Skip to content
hhb

419’UN REDİNGOTU

Şimdilerde klasik dediğimiz, eskinin otomobillerini hatırlar mısınız? Upuzun burunlu, kapıları göbekli, bagajları şişkince otomobilleri… Yeşilçam filmlerinde görürdük bunları. Mesela Şoför Nebahat’ın kapıları damalı taksisi bunlardan biriydi: “Gazla ablacım, gazla!” Neden ilgi çekiyor şimdilerde bu otomobiller, diye düşünüyorum. Oysa yenileri teknolojinin getirmiş olduğu bütün lüksleri taşıyorlar. Yine de mesela Şoför Nebahat’in damalı taksisine binip Boğaz’ın kenarından Emirgan’a çay içmeye gitme keyfini vermiyorlar.

            Anlaşılan o ki tekniğin o janjanlı ilaveleri ile dolu olanının yerine, sade olanın o sanatsal yapısı bize daha sıcak, daha heyecan verici geliyor. Bir düğmeye basıp aşağıya kadar indirdiğiniz camın yerine, kapıya monte edilmiş pırıl pırıl parlayan, son derece estetik kavisleri olan cam indirme kolunu görmeyi tercih etmenin başka ne açıklaması olabilir. Bilmem siz ne düşünürsünüz ama ben eskinin arabaları ile eskinin dolma kalemlerini birbirlerine çok benzetiyorum. Zihnimde Scrikss 419 ile Şoför Nebahat Abla’nın damalı taksisi yan yana gelebiliyor.

            Bu eski kalemler de o eski arabalar gibi ekseriya siyah renkli oluyorlardı. Belki de siyah beyaz yaşanılan zamanların alışkanlığından gelen bir şeydi bu. Öyle ya sinema siyah beyaz, dergi siyah beyaz, gazete siyah beyaz, araba siyah beyaz eh elbette kalem de bunlara benzeyecek daha kullanılışlı bir renk olan siyah olacaktı. Seksenlerde üretilen bu 419’lar her türlü gösterişten uzak, yalnız yazmaya odaklanan kalemler olarak tasarlanmışlardı. Oldukça hafiflerdi ki uzun yazmaya imkân veriyorlardı. Basit, alta doğru genişleyen, bildiğimiz “S” simgesini taşıyan altın renkli klipsleri, bir de kapağın vidalandığı yerdeki  “Scrikss” yazılı yüzükleri yegâne ziynetleriydi.

            Anlayacağınız pek bir süsü, pek bir gösterişi yoktu bu kalemlerin. Fakat sade bedenlerine bu iki ziynet pek güzel yaraşıyordu. Zevklice giyinen birinin sade ama çok hoş giyimini andırıyordu görünüşleri. Romanlarda aristokrat beyefendiler tasvir edilirken şuna benzer cümlelerle karşılaşırız: “Askıda duran siyah redingotunu giyip, iyice sarınarak kalabalığa karıştı”. Redingot da bir eski devir giysisidir. Reşat Ekrem Koçu’nun o şahane sözlüğünde şöyle tarif edilir:

            “Ceketi uzun etekli alafranga bir erkek kostümünün adı; memleketimizde İkinci Abdülhamid zamanında İstanbulin yerine giyilmeye başlanmış ve Cumhuriyet devrinin ilk yıllarından sonra modası geçmiş, giyilmez olmuşdur. Atatürk’ün Sivas Kongresi günlerinde çekilmiş redingotlu bir resmi vardır ki tarihimizin kıymetli vesikaları arasındadır”[1]

            Nedense siyah renkli 419 dolma kalemleri, siyah redingotlarına sarınıp sokağa çıkan eski zaman efendilerine benzetirim. Zihinleri Yahya Kemal’in şiirindeki gibi bu devirden çok uzakta olan eski zaman efendilerine… Yaşanmışlığın, biriktirmişliğin, görmüş geçirmişliğin inceliğini, zarafetini taşıyan eski zaman efendilerine. Hani bunlardan bazılarına ara sıra da olsa rastlarız. Mesela sahafları dolaşırken… Gözlüğünü burunun üzerinden hafifçe kaldırır, raftaki kitabın adını daha iyi okuyabilmek için ayak parmaklarının üzerinde doğrulur, gömleğinin cebindeki pistonlu dolma kalemini ve not defterini çıkarır, kalemin kapağını bir vazifeyi yerine getiriyormuş gibi usulca çevirip açar. Sonra bize neredeyse başka bir dünyadan geliyormuş izlenimini veren el yazısıyla kitabın adını defterine not eder. Sırtındaki koyu renk palto say ki bir redingottur.

            Nostalji merakından değildir anlattıklarım. Zamanın getirdiğini eskinin birikimiyle harmanlayabilecek bir terkipten yanayım. Elbette bunu sanatın ve estetiğin imkânlarından sonuna kadar yararlanarak yapmaktan da…  419 bu yakınlarda redingotunu yeniledi. Aramıza ebemkuşağına benzeyen, akide şekeri tatlılığında renklerle döndü. Zamanın renkleri redingotuna öylesine güzel yakışmıştı ki… Bir bahar gününün canlılığını taşıyordu adeta. Yine sahaflarda, yine burnunun üzerindeki gözlüğünü yukarı kaldıran fakat sımsıcak bahar renklerinin tazeliğiyle yazan birini andırıyordu. Rengarenk Hacıbekir lokumu yiyen birine yakınlaşıp, “Bir tane de bana verin.” deme isteği uyandırıyordu insanın içinde.

Eski bir tanıdığı görmüş gibi sevindim. 419, Reşat Ekrem Bey’in Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü’nü okuduğundan beri, “Yahu” diyormuş, ”Modası geçmiş diye yazmış redingot için. Tamam ben vazgeçemem pek seviyorum siyah rendingotumu. Fakat şöyle yeni redingotlar diktirsek kırmızı, mavi, bej, mint…” Bunların hepsinden fazlasını yapmış. Bir genç adam tazeliği, alımlı bir genç kızın güzelliği gelmiş üstüne. Onu görünce içinden “Ne oldu sana yahu, gelirken Hacıbekir’in lokum kazanına mı düştüm, bu ne tatlılık birader?” diyesim geldi

 Hayatın renk ve o renkleri bir araya getirecek ahenkten ibaret olduğunu anlatıyordu sanki. 419 eskiden de böyleydi, çok az konuşur, bolca yazar ama çokça anlatırdı.


[1] Reşat Ekrem Koçu, (1969), Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, syf. 196-19, Sümerbank Kültür Yayınları, Ankara.

 Bu içerik, marka elçimiz Hasan Hüseyin Bahadır tarafından kaleme alınmıştır.

Back To Top
Ara