Belgin teyze ile çalıştığım kafede tanıştık. Bizim kafe Kızılay’ın işlek yerlerinden biri olan Konur…
Yeşil Mürekkep
Annem, canım annem. Işıklar kapanmadan önce son kez sarılmak isterdim sana. Tuvalinde bir renk, gözünde bir damla olsaydım tekrar. Sabah “Uyan Pınar” dediğinde keşke sesini kaydedebilseydim. İnsan duymadığı sesi ne kadar zamanda unutur? Bir hafta, bir ay, bir yıl? Yahut görmediği bir yüzün gülümsemesini ne kadar zaman sonra getiremez aklına?
Annem. Bu mektubu yıllar önce senin bana ders anlatırken kullandığın dolmakalemle yazıyorum. Başucumda. Kaybolur diye çekmeceden çıkartıp kullandığım, dışarı çıkartmaya korktuğum kalemimle. Yirmi yıl önce senin ellerindeydi bu kalem şimdi benim. Ben de senin gibi yeşil bir mürekkep çekiyorum önce, sonra yazıyorum. Senin de ellerinden mürekkep lekesi eksik olmazdı. Tuvalin evin bir köşesindeydi hep. Çocukken bana dokundurmadığın boyalarınla çok güzel resim yapardın. Ben hiç resim yapamadım. Ama yazdım. Belki de sen gittikten sonra kalan kalemlerle ne yapacağımı bilemediğimden. Oysa güzel yazı derslerinde hiç sevmezdim dolmakalem kullanmayı.
Sen on temmuz iki bin on yılında gittiğinde ben ne yapacağımı bilemedim. Yirmi üç yaşındaydım, üniversiteyi bitireli bir yıl olmuştu, yüksek lisans yapıyordum. Yirmi üç yaşındaydım ve yalnızlığımla ne yapacağımı bilecek kadar büyümemiştim. Önce otuz çiçekle baş başa kaldım, çiçeklerin dilini senden öğrenmişim; ölmediler, onlara bakabildim annem. Sonra masandaki çekmecenden kalemlerini çıkardım. Dolmakalemlerinin üçünde mürekkep vardı, dolmakalemlerin bile hazır değildi senin gitmene. Masana oturup yazdım, o gece, ondan sonraki gece, aylarca, senin kalemlerinle senden kalan defterlere. Çizdiğin karakalem resimlerdeki kalem izleri gitsin istemedim. Sahi kalem izi ne zaman giderdi anne? Sen olsaydın bilirdin. Derdin ki: “Pınar, dolmakalemle yazdıkların daha kalıcı, silinmeyebilir yahut silinmesi vakit alır.” Mesela bir kartalı nasıl bu kadar iyi çizdiğini gösterirdin bana. Ya da bir resminde insanın nasıl da baharı hissettiğini sakin ses tonunla yavaşça anlatırdın. “Anne neden dolmakalem kullanıyorsun?” diye sorduğumda “Çünkü özgür, çünkü istediğin bir renkle yazabiliyorsun” demiştin. Sen gittikten sonra hissedebildim dolmakalemin kâğıttaki dansını anne.
Annem. Sen gideli on yıl oldu. Ben akademisyen oldum, sen de çok isterdin. Görmeni isterdim yeminimi, senden kalan kalemle doktora tezime imza atmamı. Tezimin kabulünün ardından İTÜ Maçka’dan; Beşiktaş’a doğru yürüyordum. Bu yokuş hayatımda sevdiğim tek yokuştu. Üniversite yıllarımda da kulaklarımda kulaklıkla sakince oradan aşağı iner, sonra sağa döner; İstanbul’un en huzurlu caddesinden yürüyerek tramvaya giderdim. Yine Akaretler’den inerken birden kalbim durdu. Kalemimi düşürmüştüm. Yıllar önce senden kalan ve kaybederim korkusuyla evden bile çıkarmadığım kalemimi. Senin sakinliğin bana geçmemişti annem, ben hep telaşlı, hep bu yüzden sakar. Tez savunmamın ardından o heyecanla kapağı tam kapatmamışım sanırım, ucu kaldırıma denk geldi. Elime aldığımda ucu yamulmuştu. Kaldırımda oturup ağlamaya başladım. İşte böyle olurdu. Durup dururken ağlardım. Hem de sokak ortasında. Hem de otuz yaşında. Senden kalan, senin en sevdiğin kalem. Elimde kalem, gözümde ucu.
Eve vardığımda kendime bir kahve yaptım. Kahve iyi gelirdi, yalnızlığa, acıya. Karşımda senin fotoğrafın ve elinde bugün ucunu yamulttuğum siyah kalemin. Kalemin silinmiş markasından Scrikss marka olduğunu anladım. Bir şekilde belki bir tamiri olabilirdi. Scrikss kaleme bir e-posta yazdım, kalemin başına gelenleri ve benim için önemiyle ilgili. Ardından birkaç saat içinde Scrikss’e kalemi yollamamı ve kalemi inceleyeceklerini içeren bir e-posta aldım. Her ne kadar heyecanlansam da kalemi yollayacağım ve geri gelmeyecek diye düşündüm, ama yine de bir yandan da kalemi tekrar kullanabileceğim ihtimali aklımdan hiç çıkmıyordu. Gönderdim. Birkaç gün sonra servislerinden kalemi teslim aldıklarını ve takip numarası içeren bir e-posta aldım. Bir hafta sonra sanırım kalemimi yollayacakları adresi istediler benden. Adresi yazdım, kargoyu verdikleri günün ardından kalemi kargo bana getirene kadar uyuyamadım. Uyuduğum çok kısa sürede sürekli rüyamda kalemin gelişini gördüm. Kargo geldiğinde kalbim duracaktı. Senin dokunduğun, en sevdiğin kalemin benim için ne ifade ettiğini kimse anlamayacaktı. Ama sen bilecektin annem. Kalemin ucunu değiştirmişler, hem de yıllar sonra. Sana yine yeşil mürekkeple ve bu siyah kalemle yazıyorum canım annem. Bu yüzdendir ki her yıl en başarılı öğrencime Scrikss dolmakalem hediye ediyorum. Belki onlar da sever yazmayı, eline bulaşan mürekkebi. Seni çok özledim annem. On yıl geçti, ne sesini, ne kalbini, ne de gülümsemeni unuttum. Hepsi aklımda. Hepsi gözlerimin önünde. Önceden belli edemediğim tüm sevgimle selamlıyorum seni, seni çok seviyorum canım annem. Anneler günün kutlu olsun.
*İçerik Marka Elçimiz Pınar Özcanlı tarafından kaleme alınmıştır.