Skip to content

Kahverengi Zaman

 

“Bana bir masal anlat baba

İçinde tüm sevdiklerim

İçinde İstanbul olsun.”*

Yine bir yaz akşamı. Hafif serin. İnce bir hırka var üzerimde. İşyerinden yeni çıkmışız babamla, trafiğe bakıyorum, Mahmutbey gişeleri kıpkırmızı. Araba kullanmayı yeni öğrendiğim ve yazlığa kadar arabayı benim sürdüğüm zamanlar… Debriyajdan ayağımı bir anda çekiyorum, vitesi yanlış zamanda değiştiriyorum, bazen farları bile yakmayı unutuyorum, unutmadığım tek şey sağa ya da sola dönerken sinyal vermek. Babam her seferinde sabırla ve sinirle uyarıyor beni. Ben araba kullanmayı öğreneceğim ama babamı bir şekilde kanser edeceğim. Çünkü bana her kızdığında “Beni kanser edeceksin.” diyor.  Yolu şaşırıyorum. Zaten vites boşta, birde mi ikide mi derken tabelalara bakamıyorum. Oysaki aynı yolu her gün gidip geliyoruz. Ne zaman yolu görmeyi öğrenebildim hatırlamıyorum. Ben araba sürmeyi bu kırk kilometre mesafede babamla öğrendim.

Babam. Bazen en bulutlu zamanlarda aklıma düşen, bir kez olsun sarılamadığım. Bunu düşündüğümde bile gözlerimin dolduğu ama yine de sarılamadığım canım babam. Bir baba nasıl sever de belli edemez bilmiyorum. Babalar böyle olur derdi babaannem. Babalar sever, sen bil yeter.

Yıllar geçtikçe alnındaki çizgiler gittikçe derinleşti.

Babam istinasız her şeye “hayır” derdi, çocukken bu çizgilerin “hayır” demesinden oluştuğunu düşünürdüm. Disiplinliydi. Ben çalışmayı babamdan öğrendim. Hiçbir bilgisayara güvenmez, defalarca her şeyi kalemle deftere yazar; bizden de bunu isterdi. Hiçbir işi yazmadan yapmazdı. Birine bir şey yaptıracaksa da madde madde yazardı. Hiç vazgeçmedi. Belki de genetikti yazmak, babamdan bana geçen. Onun gibi her daim her şeyi yazdım. İlk aşkımı, ilk kalbimin ağrımasını, sınav tarihini, sevdiğim bir yemek tarifini, hesap kitap işlerini hep yazdım. Klavyede bir harfe dokunmak gibi değildi deftere yazmak. Hele ki bir defteri yıllar sonra bulmak. Çocukken nefret ettiğin zorunlu sıra arkadaşınla ilgili yazdıklarını görüp yıllar sonra gülebilmekti.

Babamın da bir defteri vardı, bittikçe değişen, bazen mavi bazen siyah. Her zaman yanında taşırdı. Bütün notlarını, yapacaklarını veya yaptıklarını, bazı tarihleri oraya yazardı. Defterler değişir, gümüş rengi kalemi değişmezdi. Bütün gün gömleğinin cebinde taşır; eve geldikten sonra komodinin üzerine bırakır; sabah işe giderken tekrar gömleğinin cebine koyar, öyle giderdi. Bir akşam öyle komodinin üzerinde dururken o defterin sayfalarını karıştırdım. Hesaplar, alacaklar, borçlar, banka hesapları yazılıydı ilk sayfalarda. Sonrasında “Bugün tadilata başladık.” yanında tarih, tadilat bitti tarih gibi böyle günlük şeyleri de yazmıştı. Arkasında bir sayfada “bugün torunum doğdu” yanında tarih, adını Ege koyduk. “Yarın İtalya’ya gidiyorum.” yine tarih. Başka bir sayfada “Bugün kızımla kavga ettik, beni hiç anlamadı, anlatamadım kendimi” yanında tarih. “Bugün kızım evden gidiyor.” biraz kötü bir yazı, yanında tarih yok. Devam etmedim, edemedim. Zaten duysa okuduğumu çok kızardı. Zaman zaman babamın benim evden gitmemle ilgili bir şey hissetmediğini, kavgalarımızda zaten kendini haklı bulduğundan hiç umursamadığını düşünürdüm. Yıllar geçtikçe anladım. Babalar da üzülürdü. Belki bir vedada ağlamazlardı. Belki ağlarlardı ama yaşlarını biz göremezdik. Belki bizi hiç anlamazlardı. Belki her söylediğimize “hayır” derlerdi. Ama bir gün günlerce mesafe varken aranızda “İyi ki benim kızımsın” derdi durup dururken hem de. O zaman tüm bulutlar inerdi aşağıya. Bir yaş duramazdı gözünde. Yazmak o zaman da gelirdi aklına. Dedim ya yazmak bulaşıcı, babamdan geçmiş bana.

Yıllar geçtikçe elinde kahverengi lekeler oluştu.

İnsan babasının yaşlandığını ellerinde görüyordu. Yaşlanmasın, orada kalsın, belki en fazla elli olsun yaşı istiyordu. Sen otuz olsan da saçların beyazlasa da baban aynı yaşta kalsın istiyordun. Hem kalamaz mıydı daha fazla aynı yaşta? Artık yazarken elinin titrediğini, daha çok unutmamak için yazdığını, unuttukları için defalarca defterine baktığını yutkunarak izliyordum. Unutması ya da yazamaması değildi korkutan beni. Yazmak istemiyorum devamını. Şimdi bile yazamıyorum. Babam hep yazsın isterim. Saçları dökülmeye başlasa da artık yaşlanmasın isterim.

Sessizliği, susmayı ben babamdan öğrendim.

Ve başka birçok şeyi.

Yazsam kâğıt yetmez. Babam “iyi ki varsın.” Tüm söyleyemediğim günler için; “Seni çok seviyorum babam, hep fısılda sessizce kulağımıza, hep anlat baba.”

“Anlatırken tut elimi

Uykuya dalıp gitsem bile

Bırakıp gitme sakın beni.”**

 

* Bu içerik marka elçimiz Pınar Özcanlı Baran tarafından kaleme alınmıştır.

 

** Dizeler Yavuz Turgul-Cengiz Onural’a aittir.

Back To Top
Ara