Skip to content

SONSUZ AŞK

 

Belgin teyze ile çalıştığım kafede tanıştık. Bizim kafe Kızılay’ın işlek yerlerinden biri olan Konur Sokak’ta, Mülkiyeliler Birliği’nin çaprazında, Mimarlar Odası’nın yanındaki binanın birinci katında. Haftada bir gün mutlaka gelir, kafenin caddeyi gören camlarından birinin kenarına kurulur, dolma kalemini ve defterini çıkarıp yazmaya başlardı. Dolma kalemden başka kalemle yazdığını hiç görmedim. Dolma kaleminin mürekkebi bitesiye kadar yazardı. Yiyecek içecek bir şeyler götürürken, diğer masalara hizmet ederken bakardım defterine ne yazıyor diye. Tepesine dikilip bakamıyordum ama bir keresinde “Karadeniz’de denize paralel uzanan dağlar gibiyiz seninle kavuşamasak da ayrı da kalamıyoruz, hep bir hırçınlık hep bir özlem…” cümlesini gördüm defterinde. Tam bir alt satıra geçecektim ki İbrahim abi seslendi. “Ne yapıyorsun oğlum sen!” diye kızdı bana. Fark etmiş Belgin teyzenin defterine baktığımı. “Her hafta buraya geliyor, bir şeyler yazıyor abi, merak ettim ne yazdığını sen etmiyor musun?” dedim. Bizim İbrahim abi “Merak etmiyorum evladım, Belgin hanımı eskiden beri tanırım, bizi ilgilendiren bir şey olsa söylerdi.” deyip, kestirip attı mevzuyu.

Belgin teyze geliyor, saatlerce yazıp çiziyor sonra kalkıp gidiyordu. Bir gün, İbrahim abi yokken topladım cesaretimi, tam karşısına dikildim. Kafasını kaldırıp gülümseyerek bana baktı “ Bir şey mi var evladım?” “Belgin hanım bir şey sormak istiyorum müsaadeniz var mı?” dedim. “Elbette, otur bakalım.” dedi. “Ben üç aydır burada çalışıyorum istisnasız her hafta buraya gelip bir şeyler yazıyorsunuz, ne yazıyorsunuz merak ettim.” “Bir kitap yazıyorum evlat, bir hikâye kitabı daha doğrusu bir anı kitabı.” “Peki, neden burada yazıyorsunuz? Yazı yazmak için uygun bir yer mi sizce?” Gözleri doldu Belgin teyzenin, bir an afalladım. “En uygun yer burasıydı evladım, kitabı bitirdiğim zaman seninle burada çay içelim hem de bu konuyu konuşalım ne dersin?” dedi. Tamam dedim.

Belgin teyze bir iki hafta daha gelip yazısını yazdı. Kitabı bitirdiği gün İbrahim abi ile konuşmalarını duydum: “İbrahim teşekkür ederim, anlayışın için, yardımların için, sayende kitabımı yazdım.” dedi. “Ne demek Belgin teyze, kitap bitti ama sen yine gel bu sefer bizim için gel.” Meğer bizim patron tüm meseleyi bilirmiş de bize anlatmazmış. Ben her gün bekliyorum Belgin teyze gelecek de bana bu kitap işini anlatacak. Bir iki kere sordum İbrahim abiye işine bak sen dedi.

Bir sabah dükkânı açtım, çayımı demledim kahvaltımı yaparken Belgin teyze geldi. “Afiyet olsun evladım, kahvaltını yap da yarım kalan sohbetimizi edelim” dedi. Alelacele yarım simidi teptim ağzıma. İki çay kapıp oturdum Belgin teyzenin karşısına. “Şimdi sor merak ettiklerini” dedi. “Neden burada yazdınız kitabı? Burası öyle özellikli bir kafe değil. Bir kitaba ilham olacak pek bir şey yok burada.”

“Çaprazdaki Mülkiyelileri görüyor musun? Ben oraya çok geldim. Mülkiye’de okudum ben. Okul bitince akademisyen olmak ister misin dediler, sınavlara girdim akademisyen oldum. Mülkiyelilere gelince burası dikkatimi çekerdi hep. Tabelasında kocaman mısırı, değişik bir ismi olan kafe. Ben öyle yeni yerler keşfetmeyi de sevmem ama merakıma yenik düştüm işte. Bir gün tek başıma sırf meraktan geldim buraya. Onunla da burada tanıştım. İçeri girdiğim andan itibaren burası bana çok samimi gelmişti. Aval aval masalara, etrafa bakarken yanıma yaklaşıp “Ha ne bakaysun, geçsene içeru, maç başluyacak.” “Yok, ben maça gelmedim.” dedim. “Eee, çekmuş gelmişsun bordo mavileri, madem geldun otur izleyelum.” dedi. Bordo bir kazağım lacivert bir pantolonum vardı üzerimde. Öyle görünce beni taraftar sanmış, Karadeniz şivesiyle konuşmuştu. Oysa çok düzgün bir Türkçesi vardı. Neşeli olduğunda, hemşerisini görünce, bana takılmak istediğinde mutlaka Karadeniz şivesi ile konuşurdu. Sen hiç tanımadığın biriyle ilk karşılaştığında yıllardır tanıyor gibi hissettin mi? Ben hissettim. O akşam ilk kez bağıra çağıra maç izledim ben. Sonra haftada bir gün buraya gelip sohbet etmeye başladık. Birbirimizi tanıdıkça sevdik, sevdikçe daha çok tanımak istedik.

Hikâyelerimi ilk kez ona okuttum ben, o hikâyelerimi yayınlamak için beni teşvik etti. O bana işindeki olumsuzlukları anlattı, ben ona yol haritası çizdim. Hayatta kaç kişiyle birbirini bütünler insan?

Bir gün yine burada buluştuk. Masamızın üzerinde, burası ikimizin masasıydı artık, bir kalem kutusu ve bir kitap vardı. Kalem kutusunu açtı, içinden bordo bir dolma kalem ile bordo tükenmez kalem çıktı. Dolma kalemi bana uzattı, “Bu senin ama senden bir isteğim var: Bu yazdığın hikâyeler gibi ölümsüz olmak istiyorum ben de. Bizi ölümsüzleştirir misin? Seni şu kapıda ilk gördüğüm an yıllardır tanıyormuş hissine kapıldım. Tanıdıkça da çok sevdim seni. Sana söylemediğim, söyleyemediğim bir şey var: Ben evliyim.” Bütün dünyam başıma yıkılmıştı. Gözümden akan yaşlara baktı konuşmasına devam etti: “Sen hiç sevgisizliği tattın mı? İşe girdikten sonra ailem evlenmemi istedi. Hayatımdaki her şey tamamdı onlara göre. Benim için de öyleydi, seni tanıyana kadar öyle olduğunu sanıyordum. Evlendim, bir hayat kurdum kendime, kendi kendimi yalnızlığa mahkûm ettiğim bir hayat. Nilgün Marmara intihar ettikten sonra eşi; ‘Şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı.’ demiş. Ben de Nilgün gibiyim köşemde anlaşılamamanın ve yalnızlığın acısını yaşıyordum. Seni tanıdım, başka bir hayatın mümkün olabileceğini gördüm ama geç kaldım. Sen bana hayatta aşk denen mefhumun olduğunu öğrettin. Bu hissi bilmeyen birisi için zor bir şey bu. Bir gün bir yerde ölüp gideceğiz. Öylece yok olup gitmemize izin verme. Bizi birlikte yaşayacağımız sonsuzluğa bırak.” Sessiz sessiz ağlayarak dinliyordum onu. Onun da gözleri dolup dolup geliyor, gözünü her kırpışında damlalar süzülüyordu. “Bu tükenmez kalem benim. Bir ömür seninle aynı kalemin eşini taşıyacağım. Hep diğer yarımın var olduğunu bileceğim ve onu tanımış olmanın mutluluğunu yaşayacağım. Bu kitap da senin. Ben duygularımı senin gibi ifade edemiyorum ama Ahmet abi benim demek istediklerimi demiş hep. Hasretinden prangalar eskittim, eskitmeye de devam edeceğim. Seni tanımasaydım hep eksik kalırdım, diğer yarım beni affet.”

Belgin teyze gözyaşlarını sildi. Derin bir nefes alıp konuşmasına devam etti: “Bilir misin Neşe Dert Aşk tiyatrosunda bir tirat vardı: ‘İnsan doğuştan yarımdır, kadın erkek birbirini tamamlar. Dünya bu iki yarımın birleşmesinin dışında kalır, nereye giderse gitsin kişi hep o yarımını arar. Bulursa mutlu olur bulamazsa mutsuz. Ömrüm bu arayışla geçti, bir ömür öbür yarımı aradım, bir ömür yârimi aradım. Buldum! Diyemem. Bulmadım da diyemem!’ İnsan hem bulup hem bulamamış olamaz diye düşünürdüm hep. Meğer oluyormuş, bunu seninle öğreneceğimi bilmezdim. Seni tanımak güzeldi, biz ise başka bir güzeldik. Sana söz tüm bu olup biteni kabullendiğimde bizi sonsuzluğa bırakacağım.”

“Al bakalım evladım, bu sana Belgin teyzenden imzalı bir kitap. Ben ve o, yani biz, bu dünyada birlikte olamadık ama kitaplar dünyasında bir ömür beraber yaşayacağız artık.”

*Bu içerik Marka Elçimiz; Zümrüt Bahadır tarafından kaleme alınmıştır.

Back To Top
Ara