Skip to content

ALİ İLE BEN

 

Ali’yi çok ama çok sevdim ben. Elbette hep ona özendim ve bazen de kıskandım onu. Yakışıklıydı, kahverengi dolgun gözleri, siyah yumuşak saçları vardı. Ah o saçları, ah o saçları… Her daim düzgün taranmış yana yatırılmışlardı. Onun saçlarının hoşluğu ile kıyaslandığında benimkiler mısır koçanına benzerdi. Üstelik de laftan anlamaz, söz dinlemezlerdi. Yana yatırırım kalkarlar, onun gibi ayırırım bozulurlar… İllallah dedirtirlerdi bana. Halbuki Ali, tıraş makinesini alır, aynanın karşısında tıraşını olur, kolonyasını sürüp iki tarak atardı saçına, tamam bitti gitti. Saçları o bayıldığım şeklini alırdı. Ben yarım saat uğraşır, sağından solundan bakar, jöleler sürüp spreyler sıkardım yine de olmazdı. Niye yalan söylemeli kıskanırdım Ali’nin saçlarını. Gençliğinde, henüz kır düşmemişken, o saçları aslan yelesi gibi uzatmış, Travolta pozları vermişti. Benim vesikalıklarımla yana yana koyup bakardım bu fotoğraflara, ne sefildi benimkiler. Gözümüm biri bir yere öbürü başka yere bakmış, saçlarım yine ahenkle horon tepiyor…

Sonra giydiğini nasıl da yakıştırırdı kendine. Perişan perakende, özensiz düzensiz gibi laflar Ali’nin lügatında yoktu. Kışın benim pantolonumun paçaları çamurdan görünmez olurdu, onunkiler hep fırçalı hep tertemiz… Ayakkabısı desen yaldır yaldır yanardı, ayakkabısını her daim temiz tutar ve boyardı. Tabi bu konuda da onunla yarış edemeyen bana gülle gibi laflar atardı: “Ooo, beyfendi ayakkabınız çok kötü olmuş, muhtara haber verelim de boyaması için iki üç adam göndersin.” Ben biraz büyüyüp elim kolum uzayınca onun gömleklerini giymeye heves ettim. Çünkü üzerinde hangi renk gömlek görsem onu beğeniyordum. Mavi giyiyor oluyor, kırmızı ona çok yakışıyor, bordo onu açıyordu. Gel gör ki aynı gömlek benim üzerimde yaldızı dökülmüş gibi duruyordu. Sanki Ali’nin üzerindeyken gün ışığındaymış gibi tatlı bir renge bürünüyor, ben de ise fener ışığında görünüyormuş gibi solup gidiyordu.

Fakat yine de inat ettim, hep onun gömleklerinden sevdiklerimi giydim. O da benim gömleklerimden gözünün oynadığını sırtına geçirdi. İlle de ceplisini isterdi gömleğin ve kısa kollu olanından hoşlanırdı. Takım elbise altına giyecek olsa bile gömleğin kısa kollu olanından vazgeçmezdi.  Gömleğinin cebi de dolu olurdu hep. Cüzdanı, faturaları, bazen bir bulmaca, bazen bir adres veya telefon numarası yazılı kâğıt parçası ve de ille ki Scrikss 17 dolma kalemi gömleğin cebini doldururdular. Bu, iğne atsan yere düşmeyecek denli kalabalık duran gömleğinin cebi; klipsi, kravat iğnesi gibi size uzaktan gülümseyen Scrikss’i ile öyle yakışırdı ki ona. Bir kere kalabalık olmasına rağmen asla dağınık değildi küçücük cep. O küçücük cebe kalemini takmadan sokağa adım atmazdı Ali.

Neden gereklidir ki kalem bu kadar, diye sorardım küçükken kendi kendime. Çünkü üzerine  başına itina gösterdiği gibi yazısına da pek itina gösterirdi Ali. Dolma kalemi mavi ama masmavi yazmalı, yazarken de öyle birdenbire kesilip kalmamalıydı. Bu yüzden Scrikss 17  tıpkı kısa kollu gömlekleri gibi, Ali’nin vazgeçilmeziydi, Mesela pek severdi bulmaca çözmeyi. O, bulmaca çözerken öğrendim ben suyun “ma” ya da “ab” olduğunu. Ortaokuldaydım o sıra. Bayılırdı bulmacanın çengel olanına. Balkonda otururken kimi zaman 17’sini cebinden çıkarır, başlardı çözmeye. “Hindistan’ın başkenti, beş harf…” diye sesli düşünürdü, ben cevabı yapıştırırdım, “Delhi, baba.” Bana bakar, D-E-L-H-İ diye tek tek okur harfleri, “Beş harf, oluyor.” deyip yerine yazardı Scrikss’i ile. Ben sanki canım arkadaşım Ali’ye çok büyük yardımım dokunmuş gibi sevinirdim. Gülümser, geriye yaslanırdım. O, yeni soruyu sorardı. “Türk müziğinde bir makam?”

Sadece bulmaca için mi lazım olurdu kalem? Ben içeride otururken o bazen balkondan seslenirdi “Hasan, gömleğimi kapının arkasındaki askıya çıkardım, kalemimi al da gel!” Alıp giderdim, “Söyle Fatma, marketten alınacakları yazsın da, Hasan ile gidip alalım.” Annem söylerdi, ben de yazardım. Sonra arabaya biner markete giderdik. Onun arabasının içinin kokusuna, direksiyonu tutan ellerinin açısına, usulca frene basışına aşinaydım.

Tabi sevdiği Scrikss dolma kalemini arada kaybederdi Ali. Bazen arar tarar, bir başka gömlekte ya da cekette bulurdu. Bazen de bulamazdı. Bir şey yazmak için uzattığı biri alıp götürmüş olur veya bulmaca çözdüğü yerde unutup gelirdi. Hemen gidip bir 17 daha alırdı, kaybettiği bordonun yerine bu kez laciverdi yahut siyahı tercih ederdi. Bir zaman sonra ben de gömlek cebime kalem takmaya başladım. Önce tabi Ali’nin kalemlerine iştah kabarttım. “Şu siyah renkli kalemi yeni mi aldın?”, “Bordoyu kaybettim, içini de yeni değiştirdiydim, çok aradım bulamadım. Annen ceketlerimin iç cebini de aradı ya nafile. Ben de bunu aldım.” Yeniyi hemen test ederdim, “Çok güzel yazıyor, bunun mavisi sanki öbüründen hoşmuş, benim olsun mu?” Dayanamazdı Ali, “İyi, senin olsun.”

Ertesi gün geldiğimde bu kez gömleğimin cebimde siyah Scrikss’im olurdu, gözüm yine Ali’nin cebine kayardı. Bir bakardım gidip bordosunu almış. İki üç gün böyle geçerdi, sonra bir akşam “Bordonun rengi çok hoşuma gitti, siyahı geri vereyim bordoyu bana ver.” derdim. İşte böyle böyle takas arkadaşı olduk Ali ile. Bizim Scrikss’ler bir onun bir benim cebime girdiler. Oldum olası Ali ile kalem takas etmeyi sevdim çünkü hep kârlı çıktım bu işten. Sonra bazen çengel bulmacalarına da el attım. Gömleğimin cebinden kalemimi çıkarıp, Ali’den evvel davranıp çözmeye başladım. “Baba, boru sesi neydi? İki harf.”, “Tİ! Vay yavrum vay! Daha boru sesini öğrenememiş bir de bulmaca çözmeye oturuyor.  Zor bitirirsin sen onu, bırak mundar etme. Ver ben çözerim.”

Ali’den çok şey öğrendim, karşılıksız vermeyi, sevmeyi, şaka yapmayı, hâl hatır sormayı, selamı sabahı, araba sürmeyi, matkap ile duvar delmeyi, cepli gömlek giymeyi, kalemini yanından eksik etmemeyi. En yakın arkadaştık, bunca şeyi sessiz sedasız öğretti bana. Artık kırkımı geçtim ben, her geçen gün biraz daha benziyorum Ali’ye. Sakal tıraşı olurken yanaklarımı onun gibi şişiriyorum. Aynada kendime bakarken birden onun yüzünü, gözlerini görüyorum. Kalemimi gömleğimin cebine takmadan evden dışarı adım atamıyorum. Arabanın direksiyonunu tıpkı Ali gibi tutuyorum.

Gel gör ki bunların hiçbirini Ali’ye anlatamıyorum. Fakat biliyorum ki babalar hisleri kuvvetli adamlardır. Artık yanımızda olmasalar da neler düşündüğümüzü bilirler. Kalemin orada da hep yazsın canım babacığım, babalar gününü kutlarım. Seni çok ama çok seviyorum.

 

** Bu içerik Marka Elçimiz Hasan Hüseyin Bahadır tarafından kaleme alınmıştır.

Back To Top
Ara